Her ne kadar eski yazılarıma buradan da ulaşabilirseniz de; artık yayına http://www.gurkanengin.com/ adresinden devam edeceğim.
Aynı şekilde, youtube kanalımı da ziyaret etmenizi öneririm.
Sadece Kuran
29 Mayıs 2017 Pazartesi
3 Temmuz 2014 Perşembe
Teravih Namazının Düşündürdükleri
DİN uydurmanın
da bir ADABI vardır. Allah'a iftira atacaksanız bile, bir şeylere
DAYANDIRMANIZ lazımdır. Ne mi anlatmaya çalışıyorum?
Diyelim ki bir İBADET uydurmak istiyorsunuz. Ne yaparsınız?
İslam özelinde söylüyorum: Bu ibadetin ya Kuran'da geçtiğine dair, bir ayeti çarpıtırsınız, ya da peygamber adına söz uydurursunuz. Tabi, peygamber adına söz uydurmak, artık günümüzde çok mümkün değil. Her ne kadar 2014 yılında, hala, Türkçe olimpiyatlarına gelmiş ve twitleri ikiye katlayın demişse de Rasulullah(!), bunlar en azından şimdilik yazılı kaynaklara geçmedi ve SAHİH etiketi almadı.
Ama, peygamberimizin ölümünden 200-300 sene sonra, onun adına yalan uydurmak mümkündü ve bir sürü şey uyduruldu. Ama, bazı şeyler var ki, onun ölümünden 200-300 sene önce DİN haline getirilmemişti ve Buhari gibi Müslim gibi SAHİH(!) kaynaklara girememişti.
Teravih namazı da bunlardan biri. Kuran'da yok. Zaten ne var ki Kuran'da? Ama, Buhari, Müslim, Tirmizi, Hanbel... gibi kaynaklarda da yok bu namaz. Hatta, bu kaynaklara göre peygamberimizin teheccüd olarak (dikkat! teravih olarak değil, teheccüd olarak) 8 rekat olarak kıldığı, sonra insanlar 1-2 gün bunu kılınca, cemaat halinde kılınmasını istemediği için kıldırmadığı şeklinde geçiyor. Yani, bırakın olmamasını, peygamberimizin KILDIRMADIĞI bile sabit.
Eeee... Şimdi adamlar Kuran'ın yanına Buhari ve Müslim'i dinde kaynak olarak uydurmuşlar. Madem uydurdunuz, uysanıza KİTAPLARINIZA?
OLMAZ!!!
Atalarımızın dinine uyacağız biz. Kuran ve sünnet deyip dinde ikileme yaparız. Ama, bakmayın ikileme dediğimize, biz, atalarımızdan ne gördüysek onu uygularız. Atalarımızdan geldi bize TERAVİH namazı. Varsın geçmesin KUTSAL(?) kitaplarımızda.
Bakın, Abdülaziz Bayındır'ın TERAVİH NAMAZI YOK açıklamasına, diyanet ne cevap vermiş:
Diyanet'ten alıntı:
Diyelim ki bir İBADET uydurmak istiyorsunuz. Ne yaparsınız?
İslam özelinde söylüyorum: Bu ibadetin ya Kuran'da geçtiğine dair, bir ayeti çarpıtırsınız, ya da peygamber adına söz uydurursunuz. Tabi, peygamber adına söz uydurmak, artık günümüzde çok mümkün değil. Her ne kadar 2014 yılında, hala, Türkçe olimpiyatlarına gelmiş ve twitleri ikiye katlayın demişse de Rasulullah(!), bunlar en azından şimdilik yazılı kaynaklara geçmedi ve SAHİH etiketi almadı.
Ama, peygamberimizin ölümünden 200-300 sene sonra, onun adına yalan uydurmak mümkündü ve bir sürü şey uyduruldu. Ama, bazı şeyler var ki, onun ölümünden 200-300 sene önce DİN haline getirilmemişti ve Buhari gibi Müslim gibi SAHİH(!) kaynaklara girememişti.
Teravih namazı da bunlardan biri. Kuran'da yok. Zaten ne var ki Kuran'da? Ama, Buhari, Müslim, Tirmizi, Hanbel... gibi kaynaklarda da yok bu namaz. Hatta, bu kaynaklara göre peygamberimizin teheccüd olarak (dikkat! teravih olarak değil, teheccüd olarak) 8 rekat olarak kıldığı, sonra insanlar 1-2 gün bunu kılınca, cemaat halinde kılınmasını istemediği için kıldırmadığı şeklinde geçiyor. Yani, bırakın olmamasını, peygamberimizin KILDIRMADIĞI bile sabit.
Eeee... Şimdi adamlar Kuran'ın yanına Buhari ve Müslim'i dinde kaynak olarak uydurmuşlar. Madem uydurdunuz, uysanıza KİTAPLARINIZA?
OLMAZ!!!
Atalarımızın dinine uyacağız biz. Kuran ve sünnet deyip dinde ikileme yaparız. Ama, bakmayın ikileme dediğimize, biz, atalarımızdan ne gördüysek onu uygularız. Atalarımızdan geldi bize TERAVİH namazı. Varsın geçmesin KUTSAL(?) kitaplarımızda.
Bakın, Abdülaziz Bayındır'ın TERAVİH NAMAZI YOK açıklamasına, diyanet ne cevap vermiş:
Diyanet'ten alıntı:
Herhangi bir hususun İslâm’da olup olmadığını sadece metinlere indirgeyerek belirlemeye çalışmak, tarih boyunca varlığını arızî bir durum olarak sürdüren bir usul problemidir. İslâm on beş asırlık bir inanç, tarih, kültür ve medeniyete sahiptir. Nelerin İslâm’da olup olmadığına karar verirken bu tarih, kültür ve medeniyet de mutlaka hesaba katılmak zorundadır. İslâm’ın temel bilgi kaynakları, Müslümanların tarihi tecrübesi ve yine Müslümanların geliştirdikleri bilgi metodolojisi her zaman kılavuz olmalıdır.
Ne diyeyim size, yukarıdaki cümledeki gibi MERT olsalar ve, "evet Kuran'da yok, peygamberimize ait olduğu iddia edilen kaynaklarda da yok" ama kültürümüzde var, biz de uyguluyoruz deseler, bir yere kadar. Uyduruyorlar ama, hiç olmazsa iftira atmıyorlar diyeceğiz. Ama yok, hem bunu yazıp, yazılı metinlerde olmadığını kabul etmiş diyanet, hem de ağzını eğip-büzüp, sanki varmış gibi şeyler de söylemiş devamında.
Ne diyelim. Görün bakın DİN NASIL UYDURULABİLİYORMUŞ. Yazılı kaynaklarda olmayan şeyleri bile uydurup dine sokabilen bu, "ÇOĞUNLUĞA UYARIZCI" zihniyet, bu kaynakların yazıldığı gün işbaşında olsaydı, direkt onları kaynaklara sokar ve "PEYGAMBERİMİZ BÖYLE YAPTI" derdi, peşinden de patlat bir "Sallallahu aleyhi vesellem", kim tutar sizi?
Zaten, bu kaynakların yazıldığı, peygamberimizin ölümünde 200-300 yıl sonraki dönemlerde, öyle olduğunu göremiyor musunuz? Nasıl olabilir böyle şeyler? diye şüphesi olanlar varsa, bugüne baksınlar. Çok net görebilirler.
http://www.yeniakit.com.tr/haber/abdulaziz-bayindirin-teravih-yok-cikisina-diyanetten-net-cevap-22732.html
6 Nisan 2014 Pazar
"İslam Şahsiyeti" kitabında, rivayetlere dair bazı noktalar
Kendisini takdir ettiğim ve bir zamanlar epey faydalandığım bir kişi var: Takıyyuddin en Nebhani. Çoğu kişi ismini bilmiyor olabilir ama, biraz araştırma ile hakkında yeterince bilgi edinebilirsiniz. Nebhani, geleneksel din anlayışı konusunda son derece derli toplu fikirleri olan birisi. Geleneksel din anlayışına göre dini referanslı devlet modeli hakkında bilgi edinmek isterseniz mesela; ilk bakmanız gereken kaynaklar Nebhani'ye ait olanlardır.
Bu yazıda, Nebhani'nin “İslam Şahsiyeti” isimli kitabından; rivayet konusuna bakmaya çalışacağım. Önce bir not. Bir süreden beri, “hadis” kelimesini kullanmıyor, bunun yerine rivayet tabirini kullanıyorum. Zira; “hadis” terimi Allah'ın Kuran'da kendi sözleri için kullandığı bir terim. Kendi sözü dışında ise; (Rasul'ün söz dahil) hep olumsuz şekilde kullanılmış. Bu nedenle, yazıda rivayet deyince ne kastettiğimi anlayın. Öte yandan, yaptığım alıntılarda sünnet ve hadis tabirini aynen bırakıyorum.
Aslında,
Nebhani'nin “rivayetlerin de Kuran gibi kaynak olması”
hakkında pek çok temel delili var. Fakat bu yazıda bunlara
değinmeyeceğim. Zira bu temel deliller hakkında yeterince
şey söylendi bugüne kadar. Bu yazıda, daha bir satır aralarına
bakmaya çalışacağım rivayetlerle ilgili. Satır araları ama,
önemsiz hususlar değil. Bilakis, aslında son derece önemli
konular.
Rivayetlerle amel etmek, zanna
uymaktır ve Kuran'da yasaklanmıştır
İslam Şahsiyeti 1. Cilt, “Sünnetle İstidlal” isimli bölümde (syf. 189) rivayetler “mütevatir” ve “ahad” olmak üzere ikiye ayrılmış. Mütevatir kesinlik ifade ederken; ahad rivayetlerin zan olduğu bir sonraki konuda net bir şekilde anlaşılıyor. Yazara göre, ahad haber “şeri hükümlerde” delil olarak kullanılabilir. Buna dair bazı örnekler veriliyor.
Zan ile amel edilebileceği hakkında verilen örneklerin hiç biri; dinde kaynağın zan temelli olabileceği hakkında değildir. Bu nedenle bu örnekler üzerinde durmuyoruz.
“Haber-i Ahad Akidede Delil Değildir” başlıklı bölümde (syf. 192) ise; akide ile ilgili meselelerde zan ile, yani “ahad rivayet” ile delil getirilemeyeceği belirtilmiş. Buna delil olarak da; zanna uymayı yasaklayan ayetlerin akide ile ilgili olması delil getirilmiş.
Ancak burada duralım. Her ne kadar örnek olarak verilen zanna uymayı yasaklayan ayetler akide ile ilgili olsa da; Kuran'da akide harici konularda da zanna uymak kınanmıştır. Şu ayete bakalım:
سَيَقُولُ
الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ
مَا أَشْرَكْنَا وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا
حَرَّمْنَا مِن شَيْءٍ -
كَذَٰلِكَ
كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ
حَتَّىٰ ذَاقُوا بَأْسَنَا-
قُلْ
هَلْ عِندَكُم مِّنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ
لَنَا- إِن
تَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ
وَإِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَخْرُصُونَ
[٦:١٤٨
Müşrikler,
“Allah
dilemeseydi, ne biz, ne atalarımız ortak koşmaz ve hiç bir
şeyi de haram etmezdik,” diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de
azabımızı tadıncaya kadar aynı şekilde yalanlamışlardı.
De ki: “Yanınızda bize göstereceğiniz her hangi bir bilgi
var mı? Siz ancak zanna
uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.” (Enam
6:148)
Bu ayet; akide ile ilgili değil, şeri hükümlerle ilgili konudadır. Nitekim önceki ayetlere bakarsak ayetin konusunun akide değil; haram kılınan yiyecekler hakkında olduğunu görebiliriz.
Deveden
iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği mi haram etti, iki
dişiyi mi, yoksa o iki dişinin rahimlerindekini mi? Allah'ın size
böyle emrettiğine tanık mı oldunuz? Halkı bilgisizce yoldan
saptırmak için, yalan uydurup onları Allah'a yakıştırandandaha
zalim kim olabilir? Allah zalim toplumu doğru yola iletmez.” (Enam
6:144)
De
ki: “Bana vahyedilende, yiyen birisi için şunların dışında
haram edilmiş bir madde bulamıyorum: () Leş, () akıtılmış kan,
() domuzun eti -ki pistir-, () Allah'tan başkasına sapıkça
adanmış yiyecekler.” Zorda kalan bir kimse, istekli olmaz ve
sınırı aşmazsa kuşkusuz senin Rabbin Bağışlayandır,
Rahimdir. (Enam 6:145)
Yahudilere
tüm tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun da
yağlarını haram ettik; ancak sırtlarında yahut bağırsaklarında
taşıdıkları, veya kemiklerine karışmış olanlar hariç. Aşırı
gitmelerinden ötürü onları böyle cezalandırdık. Biz doğru
sözlüyüz. (Enam 6:146)
Seni
yalanlarlarsa: "Rabbiniz geniş rahmet sahibidir ve O'nun cezası
suçlu toplumlardan geri çevrilemez," de. (Enam
6:147)
O
halde, zanna uymayı yasaklayan ayetler akide ile ilgili
konulardadır, şeri hükümlerle ilgili konularda zanna uymak
yasaklanmamıştır demek doğru değildir. Akide veya şeri hüküm;
din ile ilgili konularda zanna uymak yasaklanmıştır.
Kaldı
ki, bazı durumlarda şeri hükümler en az akide kadar önemli
olabilmektedir. Nitekim, dinini değiştireni öldürmek olsun, evli
erkek ve kadının zina yapması durumunda taşlanarak öldürülmesi
olsun, bütün bunlar ahad rivayetlerle bize ulaşan
bilgilerdir. Yani kesinlik değil, zan ifade ederler.
Zan üzerine bir insanı öldürmek, elbette zan üzerine
helal-haram belirlemekten daha büyük bir şeydir.
Ravileri araştırmak,
sahabeyi kapsamadığı için güvenilir bir yöntem değildir
İslam Şahsiyeti 1. Cilt, “Hadis Ravileri” bölümünde (syf. 320)
“Allahu Teala'nın Kitabında ve Resulun Sünnetinde Sahabe ahlakları ve fiilleri ile övüldükleri için onların tamamı “udul/güvenilir” olarak kabul edilmişlerdir.” şeklinde bir ibare var.
Gerçekten, ravi tenkidinde bir söz sahabeye kadar geldi mi, o sözün güvenilir olduğu kabul edilir ve bu sözü Rasul'ün söylediği konusunda şüphe duyulmaz. Ancak, gerçekten Kuran'da ve rivayetlerde sahabe “udul” olarak kabul edilmişler midir? Buna bakalım:
وَمِمَّنْ
حَوْلَكُم مِّنَ الْأَعْرَابِ
مُنَافِقُونَ - وَمِنْ
أَهْلِ الْمَدِينَةِ -
مَرَدُوا
عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْ -
نَحْنُ
نَعْلَمُهُمْ - سَنُعَذِّبُهُم
مَّرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَىٰ
عَذَابٍ عَظِيمٍ [٩:١٠١
Gerek
çevrenizdeki Arapların ve gerekse Medine'lilerin bazıları
münafıktır. Nifakta küstahlaşmışlardır. Sen onları
bilmezsin, biz onları biliyoruz. Onları iki kat azapla
cezalandıracağız ve sonra da büyük bir azaba
uğratılacaklardır. (Tevbe 9:101)
Kıyamet
günü ashâbımın önde gelenlerinden bazısını getirip amel
defteri siyah olanlarla birlikte haşredecekler. Ben: “Allah'ım!
Onlar benim Ashâbım!” dediğimde, şu cevabı duyacağım:
“Senden sonra bu Ashâbının neler yaptıklarını bilmiyorsun!”
O zaman ben de o salih kulun sözlerini (Mâide, 117'de Hz. İsa'nın
(a.s)
sözü kastediliyor) tekrarlayacak “..ve
ben aralarında bulunduğum sürece amellerine şahittim onların,
beni aralarından aldıktan sonra de kendin şahid oldun”
diyeceğim. Bunun üzerine bana şöyle denilecek: “Sen aralarından
ayrılır ayrılmaz bunlar mürted olup dinden çıktılar ve eski
hallerine döndüler.”
(Sahihi
Buhâri, Mâide Suresi tefsirinde, "... Ve kuntu eleyhim
şehîdâ..." babında ve Kitab'ul Enbiya, "...Ve
ittehazallahu..." babında ve Sahihi Tirmizi, "Saffet-ul
Kıyâme" ve "...Mâ câe fî şa'nul Heşr..."
babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında.)
Gene
rivayetlerde, Allah Rasul'ünün ölmeden önce Huzeyfe'ye
münafıkların listesini verdiğini, ancak Huzeyfe'nin bu kişileri
açıklamadığı ile ilgili pek çok bilgi vardır.
Şimdi, yazarın; sahabenin udül olduğu ön kabulü doğru değildir. Zira Kuran'da da, rivayetlerde de, sahabenin tamamının mutlak güvenilir olmadığına dair deliller vardır. O halde; ravi zincirinde cerh ve tadil işlemine güvenemeyiz, zira ilke olarak rivayetçiler sahabeyi cerh ve tadile tabii tutmamış; onlara isnat edilmiş her haberi doğru olarak kabul etmişlerdir. Ancak Kuran ve diğer rivayetlere göre; bu sahabeden bir kısmı münafıktır. O halde; gelen haberin bir münafığın uydurması olma ihtimali vardır.
Etiketler:
akide,
amel,
ayet,
hadis,
hizbut tahrir,
islam şahsiyeti,
kuran,
mensuh,
miras,
nasih,
nebhani,
nesih,
rivayet,
sünnet,
şeri hüküm,
tahrir,
takıyyuddin en nebhani,
vasiyet,
zan
21 Mart 2014 Cuma
Kuran Dağınık bir Kitap mıdır?
Kuran hakkında gelen sorulardan (hatta
bazen de eleştirilerden) başlıcası; Kuran'ın DAĞINIK bir kitap
olmasıdır. Konular belli bir mantıkla dizilmemiştir. Bir şeyden
bahsederken birden başka bir konuya geçilir, sonra tekrar ilk konu
gündeme gelir. Bu haliyle alıştığımız sıralı-şekilli
kitaplara benzemez. Hatta, Kuran'ın bu sıralaması yanlıştır,
bunu adam gibi(?) sıralamak lazım diyen kişiler bile var.
Bu
yazıda, bir yönü ile Kuran'ın neden bu şekilde olduğunu
anlatmaya çalışacağım. Ama önce, bambaşka bir konudan örnek
vereyim. Gerçekten bağımlısı olduğum şeyden, bilgisayardan.
Bir şeyi en iyi nasıl
öğreniriz?
Değişik bilgisayar programlarına
vakıfımdır. Blender tarzı 3 boyutlu modelleme-animasyon-render
programları, Gimp tarzı resim işleme programları, Kdenlive tarzı
video montaj programları, LibreOffice tarzı ofis programları...
hatta biraz da programlama dilleri. İşin güzel tarafı, hangi
program olursa olsun kısa bir sürede öğrenip onu verimli bir
şekilde kullanabilirim. Zira, öğrenmenin mantığını biliyorum.
Aynı zamanda iyi bir öğretici olduğumu da düşünüyorum.
Gerek kendim bir programı öğrenirken; gerek diğer kişilere
öğretirken aynı yöntemi kullanırım. Asla ama asla,
menülerden/komutlardan başlamam. En iyi öğrenme yolu, direkt
PROJE üzerinden gitmektir.
Yani, diyelim Word gibi bir yazı
programı öğreneceksiniz. Tek tek bütün menüleri, komutları
öğrenmekle uğraşmayın... Bunun yerine, açın Word'ü ve yazı
yazın. Yazı yazarken, biçimlendirme komutlarını, paragraf
komutlarını, vb. öğrenmek daha akılda kalıcı olacaktır.
Diyelim bir modelleme programı
öğrenmek istiyorsunuz. Konutları öğrenmeye çalışmayın, kutu
şöyle çizilir, küre şöyle çizilir, çizgiye kalınlık şöyle
verilir filan... Olmaz. Bunun yerine alın elinize bir obje ve direkt
onu çizmeyi öğrenin. Bu sayede, aynı anda bir sürü komutu ama
daha da önemlisi programın mantığını öğrenirsiniz.
Örnekler arttırılabilir ama gerek yok. Hollanda'da Arap dili ve edebiyatı okumuş bir arkadaşım, orada nasıl eğitim aldığını anlatmıştı bana. Öğrencilere (dikkat! Bunların çoğu Arap harflerini bile tanımıyorlar) üç harf öğretiyorlarmış, sadece üç harf ve hemen CÜMLEYE geçiyorlarmış. Direkt cümle üzerinden çalışıyorlar. 1 sene sonunda gazeteden tutun da, Kurtubi gibi eski metinlere kadar geniş bir yelpazeyi sözlük yardımı ile okuyabiliyorlarmış bu metotla.
Bu kadar örnekten sonra gelelim konumuza. Kuran ne için inmiştir? Ne yapmaya çalışır?
Şayet Kuran'da konular belli bir dizilimle olsaydı, mesela ben boşanma konusunu merak edince, fihristten bu konuyu bulur ve okur geçerdim. Ama bu bana o konuyu bile öğretemezdi adım gibi eminim. Fakat, sizi direkt hayatın içine atarsa Kuran, size hayattan bahsederse, sanki proje üzerinde çalışmış gibi olursunuz.
Şimdi, kafirlerin düşünce tarzını öğretir bize Kuran mesela. Onlara benzemeyelim diye, onları tanıyalım diye, ne derseniz deyin. Bunu, “kafirlerin düşünce tarzı” başlığı ile gruplandırdığını düşünün, şu etkiyi verebilir miydi?
Ve yaradılışını unutarak bize örnekli bir soru yöneltti: "Çürüdükten sonra kemikleri kim diriltecek?" (Yasin 36:78)
Örnekler arttırılabilir ama gerek yok. Hollanda'da Arap dili ve edebiyatı okumuş bir arkadaşım, orada nasıl eğitim aldığını anlatmıştı bana. Öğrencilere (dikkat! Bunların çoğu Arap harflerini bile tanımıyorlar) üç harf öğretiyorlarmış, sadece üç harf ve hemen CÜMLEYE geçiyorlarmış. Direkt cümle üzerinden çalışıyorlar. 1 sene sonunda gazeteden tutun da, Kurtubi gibi eski metinlere kadar geniş bir yelpazeyi sözlük yardımı ile okuyabiliyorlarmış bu metotla.
Bu kadar örnekten sonra gelelim konumuza. Kuran ne için inmiştir? Ne yapmaya çalışır?
Şayet Kuran'da konular belli bir dizilimle olsaydı, mesela ben boşanma konusunu merak edince, fihristten bu konuyu bulur ve okur geçerdim. Ama bu bana o konuyu bile öğretemezdi adım gibi eminim. Fakat, sizi direkt hayatın içine atarsa Kuran, size hayattan bahsederse, sanki proje üzerinde çalışmış gibi olursunuz.
Şimdi, kafirlerin düşünce tarzını öğretir bize Kuran mesela. Onlara benzemeyelim diye, onları tanıyalım diye, ne derseniz deyin. Bunu, “kafirlerin düşünce tarzı” başlığı ile gruplandırdığını düşünün, şu etkiyi verebilir miydi?
Ve yaradılışını unutarak bize örnekli bir soru yöneltti: "Çürüdükten sonra kemikleri kim diriltecek?" (Yasin 36:78)
Allah'a
ortak koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz ortak
koşardık, ne de atalarımız ortak koşardı, hiç bir şeyi de
haram kılmazdık..." (Enam
6:148)
...eğer
dilemiş olsaydı Allah'ın doyuracağı kimseleri biz mi
yedirecekmişiz? Siz gerçekten apaçık bir şaşkınlık
içindesiniz. (Yasin
36:47)
Halbuki, bunlar ayetlerin arasında dağıtılmıştır. Aynı anda kafirlerin düşünce tarzını, onlara verilecek cevapları, olaylar karşısında nasıl tavır almamız gerektiğini gibi onlarca farklı konu tıpkı hayattaki gibi aktarılır bize. Biz, kafirlerin düşünce tarzını öğreniriz ama, bu etiketle etiketlemeden. “Evet arkadaşlar, şimdi kafirlerin düşünce tarzını öğreneceğiz...” demeden. Üstelik aynı zamanda bu düşünce tarzına cevapları da öğrenmiş olacağız, aynı zamanda dünya hayatı ile ahiret arasında bağlantı kurmayı da, aynı zamanda...
Denemesi çok kolay. Kuran'da orta büyüklükte herhangi bir sure seçin. Bu sureyi bir kaç defa okuyun; hatta ezberlemeye çalışın. Bir hafta kendinizi gözlemleyin. Okuduğunuz surenin hayatınızda sürekli karşınıza çıktığını, pek çok olayda bu surenin kazandırdığı bakış açısı ile olaylara bakacağınızı görebilirsiniz. İşte, bu; belki de yazının en önemli paragrafı. Eminim, bu verdiğim iddialı önermeye içinizden pek çok kişi, “evet ya, ben de benzer bir durumu yaşadım. X suresini yahut sureden bir bölüm okudum, sürekli hayatımda karşıma çıkıyor” diyecektir.
Hatta şunu bile söylebilirsiniz: “Yahu, nasıl bir sureye denk gelmişim ben? Sanki Kuran'ın gerisi olmasa bile, sırf bu sure ile bulabilirmişim doğru yolu.” Burada özellikle şu sure ya da bu sure diyerek sizi yönlendirmediğime dikkat edin. İstediğiniz herhangi bir sureyi seçin, okuyun, anlayın... hayatınızda nasıl bir yer edindiğini göreceksiniz.
Kuran'ın ilk başta dağınık gibi gözüken, ama aslında müthiş bir planla yerleşmiş dizilimi verir bu etkiyi. O; hayat için inmiştir. Size bakış açısı kazandırır. Hemen her küçük parçası, neredeyse hayatın tamamı içindir. Hemen her küçük parçası; hem hayatta karşılaşacağınız çeşitli durumlardan, hem bunlara karşı vermeniz gereken tepkiden, hem dünya hayatının ahiretle bağlantısından, hem.... bahseder. Bir parçasını okursanız, Kuran'ın tamamını okumuş gibi olursunuz. O parça ile bile; hayatınızı şekillendirebilirsiniz.
Halbuki, bunlar ayetlerin arasında dağıtılmıştır. Aynı anda kafirlerin düşünce tarzını, onlara verilecek cevapları, olaylar karşısında nasıl tavır almamız gerektiğini gibi onlarca farklı konu tıpkı hayattaki gibi aktarılır bize. Biz, kafirlerin düşünce tarzını öğreniriz ama, bu etiketle etiketlemeden. “Evet arkadaşlar, şimdi kafirlerin düşünce tarzını öğreneceğiz...” demeden. Üstelik aynı zamanda bu düşünce tarzına cevapları da öğrenmiş olacağız, aynı zamanda dünya hayatı ile ahiret arasında bağlantı kurmayı da, aynı zamanda...
Denemesi çok kolay. Kuran'da orta büyüklükte herhangi bir sure seçin. Bu sureyi bir kaç defa okuyun; hatta ezberlemeye çalışın. Bir hafta kendinizi gözlemleyin. Okuduğunuz surenin hayatınızda sürekli karşınıza çıktığını, pek çok olayda bu surenin kazandırdığı bakış açısı ile olaylara bakacağınızı görebilirsiniz. İşte, bu; belki de yazının en önemli paragrafı. Eminim, bu verdiğim iddialı önermeye içinizden pek çok kişi, “evet ya, ben de benzer bir durumu yaşadım. X suresini yahut sureden bir bölüm okudum, sürekli hayatımda karşıma çıkıyor” diyecektir.
Hatta şunu bile söylebilirsiniz: “Yahu, nasıl bir sureye denk gelmişim ben? Sanki Kuran'ın gerisi olmasa bile, sırf bu sure ile bulabilirmişim doğru yolu.” Burada özellikle şu sure ya da bu sure diyerek sizi yönlendirmediğime dikkat edin. İstediğiniz herhangi bir sureyi seçin, okuyun, anlayın... hayatınızda nasıl bir yer edindiğini göreceksiniz.
Kuran'ın ilk başta dağınık gibi gözüken, ama aslında müthiş bir planla yerleşmiş dizilimi verir bu etkiyi. O; hayat için inmiştir. Size bakış açısı kazandırır. Hemen her küçük parçası, neredeyse hayatın tamamı içindir. Hemen her küçük parçası; hem hayatta karşılaşacağınız çeşitli durumlardan, hem bunlara karşı vermeniz gereken tepkiden, hem dünya hayatının ahiretle bağlantısından, hem.... bahseder. Bir parçasını okursanız, Kuran'ın tamamını okumuş gibi olursunuz. O parça ile bile; hayatınızı şekillendirebilirsiniz.
Konularına göre düzenlenmiş bir kitap asla ama asla bu etkiyi veremezdi. O durumda, merak ettiğiniz “X” konusuna bakardınız ama bir yer eksik kalırdı.
Tıpkı hayat gibi. Bir olayı anlamak için sadece o olaya bakmanız yetmez. Onun arkaplanına bakmalısınız; nedenlerine, bağlı olduğu diğer faktörlere, kısacası pek çok şeye bakmanız lazımdır. Kuran'da da, bir konuyu anlamak için sadece o konuya bakmanız yetmez. Kuran'ın tamamına bakmanız lazım. Tamamını kavramadan parçayı kavrayamazsınız. Paradoks gibi gözüküyor ama, küçük bir parçasını anladığınızda; tamamını anlamış olursunuz. Dedim ya, tıpkı hayat gibi.
O halde, “Kuran okumaya nasıl
başlamalıyım?”, “Kuran'ı nasıl öğrenirim?” diye soran
kişilere de bir cevap olabilir bu yazı. Çok kolay... Rabbimizin
gösterdiği gibi, gruplamadan, bölümlere ayırmadan, düzenlemeye
çalışmadan, direkt okuyarak. Kuran'ın öğretmeni
Allah'tır.
Rahman, Kuran'ı öğretti. (Rahman 55:1,2)
Rahman, Kuran'ı öğretti. (Rahman 55:1,2)
19 Aralık 2013 Perşembe
Kuran'da Sünnet Kavramı
Kuran'da
(سُنَّة)
sünnet terimi, 9 ayette 14 defa geçmektedir. 2 ayette de,
çoğul formda kullanılmıştır. Bunlara baktığımız zaman, şu
şekilde kullanıldıklarını görebiliriz:
a)
5 yerde (سُنَّة
اللَّهِ)
sünnetullah/Allah'ın
sünneti şeklinde
geçer: 48:23, 33:62, 40:85, 33:38, 35:43
فَلَمْ
يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا
رَأَوْا بَأْسَنَا -
سُنَّتَ
اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي
عِبَادِهِ -
وَخَسِرَ
هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ [٤٠:٨٥
Azabımızı
gördüklerinde inanmaları kendilerine bir yarar sağlamaz. Bu,
daha önceki kulları hakkında sürekli uygulanan Allah'ın
sünnetidir. İşte o zaman
inkarcılar hüsrana uğramışlardır. (Mümin 40:85)
مَّا
كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ
فِيمَا فَرَضَ اللَّهُ لَهُ -
سُنَّةَ
اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن
قَبْلُ - وَكَانَ
أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا
[٣٣:٣٨
Allah'ın
kendisine yasallaştırdığı bir konuda peygambere herhangi bir
engel yoktur. Bu, öteden beri, gelmiş geçmişlere uygulanan
Allah'ın sünnetidir.
Allah'ın emri, belirlenmiş ve kesinleşmiştir. (Ahzab
33:38)
اسْتِكْبَارًا
فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ -
وَلَا
يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا
بِأَهْلِهِ - فَهَلْ
يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ
الْأَوَّلِينَ - فَلَن
تَجِدَ لِسُنَّتِ
اللَّهِ تَبْدِيلًا -
وَلَن
تَجِدَ لِسُنَّتِ
اللَّهِ تَحْوِيلًا [٣٥:٤٣
Yeryüzünde
büyüklendiler, kötülük planladılar. Halbuki kötü plan
sahibine geri teper. Geçmişlere uygulanan sünnetden
başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın sünnetinde
bir değişiklik göremezsin; Allah'ın sünnetinde
bir sapma göremezsin. (Fatır 35:43)
Bu
ayetlerden 35:43 ayetine dikkat edelim, burada iki tür kullanım
vardır. Bu kullanımlardan ilki, (سُنَّت
الْأَوَّلِينَ) sünnetul
evvelin/evvelkilerin
sünneti şeklindedir. Evvelkilerin sünneti; bağlamdan kopuk
olarak düşünürseniz iki şekilde anlaşılabilir. 1)
Evvelkilerin uyguladıkları sünnet. 2) Evvelkilere
uygulanan Allah'ın sünneti. Ayetin tamamını okuduğunuzda;
burada, sünnetul evvelin denildiği halde; sünnetullah
kastedildiğini anlayabilirsiniz.
O
halde; burada verilen 5 ayette; toplam 9 sünnet kelimesi
geçmektedir ve istisnasız tamamı Allah'ın sünneti anlamındadır.
b)
1 yerde (سُنَّتِنَا)
sünnetina/sünnetimiz şeklinde geçer: 17:77 Burada
da, kastedilenin Allah'ın sünneti olduğu açıktır.
سُنَّةَ
مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن
رُّسُلِنَا - وَلَا
تَجِدُ لِسُنَّتِنَا
تَحْوِيلًا [١٧:٧٧
Senden
önce gönderdiğimiz tüm elçiler için öngördüğümüz
sünnet
budur. Sünnetimizde
herhangi bir değişiklik göremezsin. (İsra
17:77)
c)
3 yerde (سُنَّةُ
الْأَوَّلِينَ)
sünnetul evvelin/evvekilerin sünneti şeklinde geçer: 8:38, 18:55,
15:13
Bu
ayette; öncekilerin sünneti olarak ifade edilen şey; Allah'ın bu
konudaki sünnetidir. Nitekim, bir önceki ayete bakınca, bu anlama
geldiğini görüyoruz. (Böylece
Allah kötüyü iyiden ayırdeder, kötüleri üst üste koyup
topluca yığar ve cehenneme yollar. İşte kaybedenler onlardır.)
Öncekilerin sünnetinden kastedilen; Allah'ın eski kavimler için
de uyguladığı, kötülerle iyileri ayırd etmesidir. Bu ayette
geçen sünnet; sünnetullah ibaresi olmadığı halde; Allah'ın
sünneti anlamında kullanılmıştır.
وَمَا
مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ
جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا
رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ
سُنَّةُ
الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ
الْعَذَابُ قُبُلًا [١٨:٥٥
Kendilerine
yol gösterici geldiğinde, halkı inanmaktan ve Rab'lerinden
bağışlanma dilemekten alıkoyan şey, öncekilerin sünnetinin
kendilerine de gelmesini veya azabın açıkça karşılarına
gelmesini dilemeleridir. (Kehf
18:55)
Bu
ayette de, öncekilerin sünnetinden kastedilen; Allah'ın önceki
ümmetlere gönderdiği mucizelerdir. İnsanlara yol gösterici
geldiği halde, onlar öncekilerin sünnetini, yani
geçmiş
toplumlara verilen mucizelerin bir benzerini istemeleridir. Burada da
kastedilen, Allah'ın sünnetidir.
Bu
ayette geçen öncekilerin sünneti iki farklı şekilde
anlaşılabilir. Öncekilerin inanmamasının; Allah'ın bu kavimler
için belirlediği sünneti/kuralı olarak anlayabiliriz. Bize göre
bu, en kuvvetli anlayıştır. Zira bir önceki ayet şu şekilde
geçmektedir (İşte
suçluların kalbine böyle sokarız) O halde;
suçluların reddetmesi şeklinde kendini gösteren sünnet; aslında
Allah'ın onlar için uyguladığı sünnetidir.
Bunu,
evvekilerin uyguladıkları yol/yöntem anlamında düşündüğümüzde
ise; ortaya şu çıkmaktadır. Kuran'da, her yerde Allah'a atfedilen
sünnet terimi; tek bir yerde Allah dışındaki kişiler
için kullanılmıştır, burada da; olumsuz bir kullanım vardır.
d)
2 yerde (سُنَنٌ)
sünenun/sünnetler olarak çoğul formda gelmiştir: 3:137, 4:26
İlk
ayette kastedilenin Allah'ın sünneti olduğu açıktır. İkinci
ayette kastedilenin de, öncekilerin sünnetleri; Allah'ın onlara
bildirdiği doğru yol olduğu açıktır.
8 Eylül 2013 Pazar
3 Ağustos 2013 Cumartesi
Rivayetlerdeki Zayıf Noktalar
Rivayetleri reddetmekteki temel nedenimiz, Allah-u Teala'nın dinde tek kaynak olarak Kuran'ı göstermesi. Bu nedenle rivayetler mükemmel olsalardı bile onları dinde kaynak olarak kullanamazdık. Bununla beraber, rivayetlere çok hızlı bir göz atış bile; onların hiç bir şekilde DELİL niteliği taşımadığını ispatlar nitelikte.
Akla / islama aykırı rivayetler
Bunları gündeme getirince rivayetçiler etkilenmiyor.Allah bacağını açar demek GÜCünü gösterir anlamında mecazdır, dünya balığın kafasındadır demek BALIKÇILIK'ın önemini anlatan müteşabihtir, Musa peygamber tokat attı meleğin gözünü çıkardı demek, Allah buna izin verdi demektir?
İyi, bu tevil mantığı ile yeryüzündeki hiç bir fikir yanlış olamaz zaten. Zira her şey TEVİL edilebilir.
Kuran'ın eksik, değiştirilmiş olduğuna dair rivayetler
Zannnediyoruz ki "bu iman esası, en
azından bu rivayetleri reddederler" yok, o da olmuyor. Diyorlar ki: "Burada
Kuran'dan kastedilen Kuran değildir, bak sure eksik deniyor rivayette, zaten sahabe
Rasulullah'ın sözüne de sure diyordu." (şaka değil bunu aynen bu lafızlarla söyleyen kişiler var)
Daha da insaflıları bizi USÜL bilmemekle suçluyorlar. Diyorlar ki:
1) Bu rivayetler haberi ahaddır. Haberi ahad akidede delil olmaz
2) Bu rivayetler mütevatir olarak gelen Kuran'la çeliştiği için reddedilir.
Peki, biz de ne diyoruz zaten. Anlatmaya çalıştığımız şey rivayet kitaplarına UYDURMAların girdiğini ispatlamak, ama hem yukarıdaki 2 maddeyi söylüyorlar, hem de rivayetlerin uydurma olduğunu kabul etmiyorlar. Karşımızda iki noktayı birleştiremeyen ve düşünemeyen bir karakter çıkıyor kısacası.
Birbiri ile zıt emirler içeren rivayetler
Vitiri 3 rekat yapmayın rivayeti ile vitiri 3 rekat yapın rivayeti, namazda secdeye varırken develerin çöktüğü gibi çökmeyin önce DİZleri yere koymayın ile, önce dizleri yere koyun rivayeti...
gibi onlarca rivayet getiriyoruz. Ya bu işte bir
bit yeniği var demeleri lazımken, "orada kastedilen bir amelin
diğer amelden iyi olmasıdır, biri menduptur veya biri mekruhtur,
çelişki yoktur..." diyorlar.
Birbiri ile zıt vakıalar anlatan rivayetler
Allah Rasulü'nün Aişe
annemiz 6 yaşındayken onunla evlendiğinde ve 9 yaşında zifafa
girdiğine dair onlarca rivayet var. Tamam, bunları kabul ettik
diyelim. Ama... evlilik olduğu zaman Aişe annemizin 20'li yaşlarda
olduğunu kanıtlayan da onlarca rivayet var. Bir grup rivayet doğru,
diğeri yanlış, burada mecaz da olamaz, efdaliyetten de
bahsedilemez diyoruz...
Kısacası, rivayetlerin neresinden bakarsanız dökülüyorlar. Ancak bunların savunucuları bu basit gerçekleri görmemek için ellerinden ne gelirse yapıyorlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)